12 Haziran 2012 Salı

Okunası; homeopati nedir?

Homeopati adını ilk kez Acaib-i Alem'den duymuştum. Aşılarla ilgili bir konuydu. Aşıların gerçekten yararlı olup olmadığına dair İngilizce bir yazı vardı sanırım. Homeopatların zararlarını yararından çok bulduğunu o yüzden aşı olmayı reddettiklerini, Anadoluda epeyce homeopat bulunduğunu söylemişti. Tuhaf bulmuştum ama homeopati nedir araştırmaya vaktim olmamıştı (ah şu tembellik!).

Şurda güzel bir yazı var, aşı konusuna değil, başka şeylere değiniyor:

Yalansavar - Tavşanın suyunun suyu -1; Homeopati nedir ne değildir?

7 Haziran 2012 Perşembe

Neden doğmuş olan herkes, doğmuş olmayı istemek zorunda?

Merhabalar,

Hadi karışmayayım, yazmamayayım demiştim. Ama bu kürtaj olsundu/olmasındı tartışması beni eğeyce ilgilendiriyor. Hem bu tartışma benim bedenim üzerinden yapıldığı için, hem de kürtaj olamamış bir annenin çocuğu olduğum için.

Annemin babanesi, kızlar okumaz diyerek 5. sınıftan sonrasını okutturmamış. Aynı kadının, doktora gidilmez diyerek 2 torununun ölümüne neden olduğunu da belirtmek gerek. Kendisini pek sevmem. neyse.

Annemin babası hadi bir nebze, annesi ise hiç eğitim görmemiş. Babası sürekli şehir/ülke dışında çalıştığından annesiyle büyümüş. Ananem kendi bildikleri ne kadarsa ancak o kadarını öğretmiş çocuklarına. Yani annem pek eğitimli bilinçli biri sayılmaz.

Babamla evlendiklerinde nasıl çocuk yapılmadığını bilmiyormuş. İstemezsem olmaz sanıyormuş. Babam biliyormuş, da, annemin uzun süre çocuk istemediğini bildiğinden ve kendisi kocaman büyük aileleri sevdiğinden anlatmamış anneme. Bi kere hamile kalmış, hamile olduğunun bile farkında olmadan düşmüş bebek. Annem doktora sormamış nasıl bebek oluyor diye, kaza oldu sanmış. Bir iki ay sonra tekrar hamile kalmış. Kullandığı bir ilaçtan dolayı kalp kapakçığı eksik olan abim doğmuş. İlacı veren doktora dava açmaya kalkıştıkları gün doktor ölmüş. Sağlık masrafları yüklüce bir çocukla kala kalmışlar. Üstelik doktorlar 5 yaşına kadar anca yaşar demiş annem babam iyice tırlatmış. Uzun süre çocuk yapmamaya karar vermişler. Babam korunmaya başlamış, o sıra ilaçla doğum kontrol ne kadar yaygındı, ilaçları babamın maaşının iki katı olan abim varken bir de ona para verebilirler miydi bilmiyorum. 2 yıl sonra bir şekilde, yanlışlıkla hamile kalmış yine annnem. Ama babam zaten korunuyor ya, hamile olduğunun farkına varmamış. Bir de şans bu ya, rahime tutanamayan bir bebekmişim, rahime yerleşmeye çalıştıkça kanatıyormuşum. Bu kanama yaklaşık regl zamanlarına denk geldiğinden annem hamile olduğunu anlayamamış. Hamilelikte normalde kanama olmaz, ne bilsin. Diğer sorunlar varmış, işte kusma vs, ama artık öyle istemiyormuş ki hamile kalmayı, böyle bişey olabileceğini düşünmek bile istememiş.

Ben 5. aylıkken dayanamayıp doktora gitmiş. Doktor hamile oldğunu söylemiş, annem çıldırmış. Kürtaj olmak istediğini söylemiş, doktor 5 aylık olduğumdan mümkün olmadığını söylemiş. Ağlamış zırlamış ikna edememiş, başka doktora gitmiş. Diğer doktorun kürtaj yapmadığını söylemiş. Doktor biraz çakallık yapmış, rahme yerleşemeyen bir bebek ve onu düşürmek isteyen bir anne var karşısında. Ama yasal sınırı geçeli 2 ay olmuş. Doktor anneme iğneler vermiş. Bunları olursan çocuk düşer, ama düşmezse artık doğurmak zorundasın. İnanmış annem, kullanmış 2 ay boyunca. Fakat doktor benim için vitamin ilaçları vermiş meğersem. 7. ayda annem farketmiş durumu. Mecbur, doğurmaya karar vermiş.

İşte o zamandan sonra seni sevmeye başladım diyor da ona hiç inanmıyorum. Doğumdan sonra doğum sonrası depresyona girmiş. Düşün, bir yanda doktorların ölecek dediği çocuğu, bir yanda istemediği başka bir çocuk. Hiç uyumayan, yemeyen, hep hasta, hep mızmız bebeklermişiz ikimizde, hiç yardımcı olmamışız yüklerini azaltmaya. İnanmıyorum diyorum ya, çocukken bişey vardı, bi eksiklik vardı. Onların benim ailem olduğunu kabul edemiyordum. Kapıyı çalıp beni gerçek aileme götürmeye gelmiş hemşireyi bekledim yıllarca. Bu fikri nasıl buldum hiç bilmiyorum. Okula bile başlamamıştım. Annemin benim annem olduğuna inanmadan büyüdüm gittim. Ben 10 yaşındayken doğum sonrası depresyonda olduğu farkedildi. Ben 16'ma geldiğimde zorla bana prensesim demesini istemiştim. Genelde adım dışında bişeyle bana seslenmezdi. Güzelim, tatlım, şuyum, buyum hiç demedi zaten. Çocuklar fark eder, minnacıkken bile, kimlerin onu sevip kimlerin onu sevmediğini farkeder. Ben maalesef istenmediğimi farketmiştim, durumumuz zaten iyi değildi, abim 10 yaşına kadar, doktorların sorunu kalmadı dediği güne kadar sürekli hastaydı. Ve ben kendimi fazlalık, bir yük gibi hissediyordum. Ailemden hiç birşey istememeye hatta yemek yememeye başladım. Zaten iştahsız bir çocuk olduğum için farkedilmedi bu. Sonra büyüdüm, annem yaptıklarının daha farkında olmaya başladı. Benimle ilgilenmeye, dertlerimi sormaya başladı. Onca yıldan sonra o kadar yapay geliyordu ki bana, hala öyle, sadece sorduğu kadarını anlatmaya, onun ilgilendiği kadar kendisiyle ilgilenmeye başladım. O zamanlara kadar (16-17 yıl kadar) bi kere derdimi anlatmadığım annem bir anda çark etmişti, ailenin gerçek kızı olduğumu kabullenmiştim. Hala içime sinmediği için mutlu değil, ama idare eder. Bir şekilde düzelmesi lazım.

Çocukken annemin doğum kontrol haplarını buldum. Artık bebeğin nasıl yapıldığını biliyor. Bildiğim kadarıyla benden sonra bir daha hamile kalmadı. Ben 10 yaşındayken kanserden rahmini aldırdı, zaten o zaman anlaşıldı depresyon. Daha erken, ben 7 yaşındayken evde 3. kardeşimizi (ki yok) aradığı için gittiği psikolog depresyonu niye farkedemedi anlamadım.

Diyeceğim o ki, sorun doğurmak değil. Yaşama hakkı var diyorsunuz, ki buna da pek inanmıyorum, ne tür bir yaşamdan bahsediyorsunuz? Şuan hayatım idare eder düzeyde, nefret ettiğim çocukluğumdan kat be kat iyi halde olsa bile, hiç doğmamış olmayı dilerdim. Hasta çocukları olan fakir bir aileye ikinci çocuk olmamak isterdim. Yaşadıklarımın hiç birini yaşamamış olmayı dilerdim. 16 yaşına kadar aileden biri olduğu manen kabul görmeyen çocuk olmak istemezdim. Zorda kalındığı için doğmuş olan çocuk olmayı istemezdim. Ama oldu. Hani soruyorsunuz ya, ya o çocuk yaşamak istiyorsa diye. Ya o çocuk yaşamak istemiyorsa?

Doktor beni gizlice, 5 ayllıkken alsaydı, emin olun, ona teşekkür ederdim.

2 Haziran 2012 Cumartesi

Gelişmekte olan ülkeler arasında Türkiye

Madem bu blog linkleri, bilgileri unutmayayım, çabuk bulayım diye var, öyleyse biyoloji dışı bir bilgiyi de yerleştirebilirim.

Bugünün sitesi, OECD - Daha iyi yaşam indeksi; http://www.oecdbetterlifeindex.org/ Türkiye şurda irdelenmiş; http://www.oecdbetterlifeindex.org/countries/turkey/

Sitenin Türkçesi yok. Google Translate denenebilir ama karmaşık cümleleri, ara cümle içeren veya parantezli cümleleri kötü çeviriyor.

Kendimce özetim aşağıda. Facebook'tan kopyaladığım için büyük-küçük harf şeysine dikat edilmemiş olabilir :/


‎1- türkiyede ortalama bir birey yılda, OECD ülkelerinin ortalaması olan 22 387 amerikan dolarından az kazanıyor.

‎2- en zenginle en fakir arasında büyük bir boşluk var. nüfusun %20sini oluşturan en zengin kısmı, %20sini oluşturan en fakir kısmından 8 kart daha fazla kazanıyor.

‎3- 15-64 yaş arasındaki bireylerin %46sının maaşlı bir işi var, OECD ülkelerinde bu %66. erkeklerin yüzde %67 maaşı bir işte çalışırken, kadınlarda bu oran %26. türkiyede insanlar yılda ortalama 1877 saat çalışıyor, bu oecd ülkelerinin ortalaması olan 1749 saatten epey fazla. çalışanların %43sinin çok uzun çalışma saatleri var.

‎4- 25-64 yaş arası bireylerin %33ü lise ve eşdeğer okullardan mezun, bu OECD ortalamasından (%74) çok daha düşük. Erkeklerin %35, kadınların ise %26sı lise ve dengi okullardan mezun. bu fark, OECD ülkelerine göre daha fazla. eğitimin kalitesine bakarsak, PISA (uluslararası öğrenci değerlendirme programı)'nın yaptığı "okuduğumuzu anladık mı", matematik, fen testinden öğrenciler ortalama 455 ile 497 olan OECD ortalamasından düşük. kızlar oğlanlardan 15 puan daha fazla almış, OECD ortalaması 9.

‎5- türkiyede ortalama yaşam 74 yıl, OECD ortalamasından 6 yıl düşük. Bu kadınlarda 77 yılken, erkeklerde 72 yıl. atmosferik PM10 (ciğerlere zarar veren havadaki kirletici partikül) seviyesi 37 miligram/litreküp. bu oranın OECD'de 22 mg/l^3 olduğunu düşünürsek epey fazla çıkıyor (ek bilgi: her nefes alışın 0.8-1.2 litre arası). ayrıca türkiyede su kalitesi OECD ülkelerinden daha düşük, halkın %65i su kalitesinden memnun olduğunu söylüyor, bu oran OECD'de %85.

‎6- yurttaş katılımı ve toplumsal duyarlılık konusunda, -ek bilgi, türkiyenin toplamda 0 aldığı tek parametre, bizden sonra gelen kore ise 4.4 ile sondan ikinci- türkiyedeki insanların %69u ihtiyacı olduğu anda kime güvenebilceklerini bildiklerini söylemiş. bu OECD ülkelerinde bu oranın %91 olduğu düşünülürse neden toplamda 0 aldığımız anlaşılabilir. halkın devlete olan güveni ve toplumsal yurttaş katılımı geçen seçimlerde %83dü, OECD ortalaması %73.

7- genel olarak, türkler -türkiye vatandaşları olmasın?- hayatlarından az memnun. %56, ortalama bir günde daha olumlu deneyimlerinin (mutluluk, rahatlama hissi vs) olumsuz deneyimlerinden (üzüntü, sıkıntı, acı vs) daha fazla olduğunu söylüyor, OECD için bu oran %72.



Özetle; Türkiye bir çok ülkeden daha mutsuz, daha kötü şartlarda yaşıyor. Ancak devlete olan güvene baktığımızda ve yıllardır (sadece son iki üç seçim değil, öncesinde de) Türkiye kalite bakımından yerinde (tamam bi çıkıp bi düşüyor olabilir) sayıdığı halde, belki bu yüzden, ne kadar kötü durumda olduğunun farkında değil.

1 Haziran 2012 Cuma

Fibröz Displazi

Bir ara İngilizce sunumunu arıyordum. Sonra Yael Naim'in toxic cover'ını gördüm onu izlemeye koyuldum. Youtube'un yeni özelliği sanırım, sağda ilgili videoları göstermek yerine son izlediklerime benzer videoları gösteriyor -_- Khan Academy'nin calculus (cebir değil bu ya, cebir algebra oluyor) videolarının yanında trisomy 18 videosu gördüm. 6 aylıkken ölen çocukları için hatıra videosu hazırlamışlar. Trisomy 18'e biraz baktım. Sonra henüz anne karnında 3-4 aylıkken düşen kıpkırmızı et yığını insansı maddeye (?) yapılan videoyu gördüm. O en saçmasıydı. Bebeğimiz diyerek -ki haklılar- hatıra/veda videosu çekmek istemişler, eyvallah, da, bebeğim dediğin ölü beden henüz insana benzemiyor bile? Kıpkırmızı, gözleri yerine karanlık bir nokta, ağzı burnu bulunmayan bişey. O kadar küçükken ölmüş. Onu bi de giydirmişler (wtf), oyuncak ayının kucağına koymuşlar, kanatlar takmışlar bilgisayarda. Abi, ben mi manyağım? Ölü bedeni niye manyak isteklerine alet ediyorsun ki?  Ortaya çıkan şey de acaip saçma. Düşünsene geçen diyalogları "hadi bir de oyuncak bebeğe gelinlik giydirelim, kafasını söküp kendi bebeğimizi koyalım öyle fotoğraf çektirelim". Gerçekten öyle fotoğraf çektirmişler gördüm -_- Bu insanlar bazen manyaklaşabiliyor. Sonra iki bebek videosu izledik diye doğum videosu önerdi. Doğum korkunç bişey. Doğum izleyinde ameliyat etiketini izlemiş oldum böylelikle fibröz displazi ameliyatına denk geldim.

Procrastination rulz.

Discovery Channel'ın "Extraordinary Stories" adlı programınınn 15 dakikalık 2 bölümde (http://www.youtube.com/watch?NR=1&v=xk7yEj4g5YI ve http://www.youtube.com/watch?NR=1&v=QNojPnonglk) anlatılıyor Haitili Marlie'nin hikayesi. 3 yaşındayken, ailesi yüzünde oluşan asimetriyi farkediyor ve 14 yaşına gelene kadar doktor doktor geziyorlar. Kimse neden olduğunu, ne olduğunu veya nasıl durdurulacağını bilmiyor. Son 5 yıl, Marlie'nin suratı o kadar değişiyor ki, aynaya bakmıyor, okula gitmeyi bırakıyor. Sonra ikiz iki hemşireye gösteriyorlar. Hemşireler nasıl bir hastalık olduğunu anlamasalar da, Marlie'ye yardım için epey çalışıyorlar. Haitili insanlar bunun bir voodoo büyüsü, bir lanet olduğunu söyledikçe Marlie sokağa çıkmayı da bırakıyor. En sonunda, hemşireler Miami bir doktorun ilgisini çekiyor, ameliyat için yardım kuruluşlarını ikna ediyorlar ve Marlie Amerikaya gidiyor. Doktoru bunun tümör değil, fibröz displazi (türkçe şu link) olduğunu, yumuşak doku büyümesi değil, tamamen yüz kemiklerinin deforme olmasından kaynaklandığı söylüyor ve devam ediyor "bu fazlalık" kemik 7 kilo ağırlığında, hepsinin alınması gerekiyor (tüm yüz kemiklerinin alındığını düşün?) Marlie henüz 14 yaşında, ameliyat için fazla genç. Bu da ameliyatı epey zorluyor.

Displazi muhtemelen anne karnındayken oluşmuş ve her ne kadar yüzünde çok belirgin olsa da, videoda farkedersiniz, vücudundaki her kemikte var (bacaklarından anlaşılıyor). Nefes almasını ve yemek yemesini zorlaştırıyor ve kafasından ağır bu yükü iki eliyle kaldırıyor :(

Önce nefes alması ve yemek yiyebilmesi için boğazına bir delik açıyorlar. Kafatasının 3D maketini çıkartıyorlar ve ameliyat çok zor olduğundan iki döneme ayırıyorlar, önce nefes alması için üst yüzü, sonra alt çene ve boyun bölgesi.

Ameliyatta gözüyle üst çene arası tüm kemikleri çıkarıp platinden implant takılıyor. Ameliyat sırasında doktor fazla sıvı bulunduğunu farkediyor ve muhtemelen ağırlığın bu tuhaf (videoda fışkıran) beyaz sıvıdan kaynaklandığını düşünüyor. Marlie ikinci ameliyata kendini hazır hissedince, alt çenesinin yerine platin çene takılacak ikinci ameliyat başlıyor. Tabii, çene kemiğini tümden alınca, yutkunması, yemek yemesi, çiğneyebilmesi için çene kasları yeni implanta "bağlanıyor".

Ben yüzünün daha normal gözükeceğini ummuştum,  hala sağ sol asimetrisi var yüzünün. Ama o yüzünün bu haliyle mutlu ve artık kemikler alındığına göre, tekrardan büyümeyecek. Wikipedia'nın dediğine göre gözlerini   aynı hizaya getirmek, yüz şeklini düzeltmek ve dikişlerini andırmak için 7 kez ameliyat olmuş. Hepsi yardım kuruluşları sayesinde. İlk ameliyat 2005'de son ameliyat 2007'deymiş. Kardeşlerine onu ameliyattan sonra ilk kez görünce neler düşündükleri soruluyor. Ablası "eskiden ona baktığımda bir hayvan görüyordum, şimdiyse o bizim gibi insan" diyor. Dürüst epey. Küçük kardeşi "artık nefes alabileceği için mutluyum" diyor. Temiz kalpli. Babası "onun ölüceğinden emindim" diyor -ki, ameliyat olmasaydı muhtemelen ölücekti :/.

"The community used to call her a monster, now turns out they want to greet her"

Displazi, dünya üzerinde oldukça ender -150 bin hasta var. Sadece %3 kadarı hayatını tehlikeye sokacak kadar hasta. Genelde ergenlik öncesinde farkedilirmiş. Öyle işte.


1.5 saatimi buna verdiğime göre yemek yiyeyim. Sunumu sonra düşünürüm.