25 Kasım 2011 Cuma

Sosyal İlişkiler

Ekoloji sınavım var 3 gün sonra. Ona çalışırken farkettim ki ben hocayı hiç dinlemiyormuşum! Zaten derse şöyle bi' 5 saat uğramamışım. Neler neler anlatmış.

Bi ara kuşlardan bahsetti. Yeşil wood hoopoe isimli bi kuşcağızdan bahsetmişti. Telaffuzundan fazlası ilgimi çekmemişti. Şimdi bu kuşlar 2-16 çift beraberce sazlık benzeri yerlerde yaşarlarmış. Ama bunları avlayanlar çokmuş, nerdeyse yarısı avcılar tarafından yenilirmiş o yüzden bunlarda avcı stresi çokmuş, ayrıca yuvaladıkları yerler kısmen dar alanlar, öyle her yeri beğenmiyorlar. Bulundukları alanı daha iyi savunabilmek, çok açılmamak, hep bir arada durup hep beraberce (bkz: cooperative breeding) yaşarlarmış. Şimdi bunlar kalabalık ya, sorun çıkmasın diye içlerinden sadece 1 çift ürermiş, diğerleri o çiftin çocuklarını büyütürmüş. Öyle fedakarlar. Zaten avcı stresi çok, hepsi çocuk yapıp her çocuğu koruyup kollamak+bakmak+yuva kurmak çok zor olacağından ürememeye karar veriyorlar.

Sonra aslanlar var, bildiğimiz aslan. Bunlar hiç de beslenme açısından zengin yerlerde yaşamıyorlar. Hem çevre şartları zor hem yemek az. Tek başlarına ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar hayatta kalamazlar. Topluluk halinde yaşıyorlar. Epey kalabalık dişi aslan, 2-9 arası erkek aslan içeriyor bi grup. Dişiler hep birbirleriyle akraba, ürüyorlar, çocuklara bakıyorlar, yabancı dişileri yanaştırmıyorlar, avlanıyorlar ve dahası. Akraba olduklarından beraber çalışmaları zor değil. Ama erkeklerde iş değişiyor. Ya akraba oluyorlar, ya yabancı. Eğer yabancıysalar 2-3 erkek birey oluyor, hiç biri krallık taslamıyor, hemen hemen eşit iş yükü omuzlanıyorlar. Çocuklara baba oluyorlar, beraber bakıyorlar, beraber grubu koruyorlar. Yok eğer akrabaysalar 4-9 erkek birey bir arada oluyor. İçlerinden en güçlüsü krallık taslıyor ve grubu yola getirmek/kollamak dışında hiç bişey yapmıyor. Baba dahi olmuyor. Evet. Normalde, evrimsel açıdan, en güçlünün üreme önceliği vardır. Ancak bunlar ne çiftleşiyor ne çocuklara bakıyor. Tam tınmazlarda. Peki neden? Çünkü bunlar akraba ya, taşıdıkları genler şöyle böyle aynı. Ha kendisi baba olmuş, ha diğer kardeşi/yeğeni/kuzeni çok farketmiyor. Hem böylelikle çocuk bakma külfetinden kurtuluyor, ne güzel hayat. Erkekler arasında en güçsüz olan ise en çok üreyen ve babalık yapan oluyor, diğerleri de güç sıralarına göre ürüyorlar. İlginç değil mi?

Sonra kimler vardı... arılar ve karıncalar. Bunlarda kast sistemi var, şu Hindistan'da olandan. Ama bunlarda mesleğe göre değil, üreyenler ve üremeyenler olarak iki tane. Üreyenler arılarda sadece kraliçe arı. Kral yok, çok feministler. Bir düzine kadar erkek arıyla çiftleşiyor, hava güzelse, sonra yumurtlamaya başlıyor. Çiftleşmeden yumurtlarsa erkek birey (haploid) meydana getiriyor ki onlar hiç bi işe yaramıyor pek :/ Çiftleşmedeki spermleri öyle har vurup harman savurmuyor bi 7 yıl yetebilmesi için (yuh) onları kendi içinde bi bölmede saklıyor.. Neyse, çalışan arıların hepsi kız (diploid), kraliçemiz de aynı. Ama işçiler üreyemiyor. Çünkü "arı sütü " ile değil polenle beslendiler larva iken. Bunların hayattaki tüm amaçları koloninin iyiliği için çalışmak, çalışmak, çalışmak. Yine bir kendini feda söz konusu, ama çok sorun değil, çünkü kraliçe ile genleri birbirine çoook yakın, onlar kardeş! Yani kendileri üremese bile kardeşleri dolayısıyla her bir yeğenlerinde kendilerinden %25 gen aktarımı var. Ki kraliçe arının on yüz milyonlarca yumurta bırakabildiğini düşününce, hak verirsiniz ki, kendi yapmaktansa yapılmışına bakmak aynı hesaba geliyor..

Bir de karıncalar; onlarda üreme şöyle böyle aynı iken, kastların içinde yine kastlar bulunabiliyor. Bunların kralları var bi tane. Çalışmıyor, damızlık. İşçiler büyüklüklerine göre ayrı görevler üstleniyor. Mesela leafcutter karıncalar. Bunlarda harika bir iş bölümü var. Büyük karıncalar yuva dışında diğer karıncaları koruyor, onlara yolları açıyor. Orta boylu karıncalar yaprakları taşıyor. En küçük karıncalar yaprağın üzerine çıkıp onu havadan gelebilecek tehlikelere karşı koruyor (parazit sinek gibi). Her şey bir yaprağı yemek için mi? Hayır değil! Onlar bu topladıkları yaprakları yemiyorlar. Yuva içine yaprak ve güzelinden toprak taşıyorlar, çünkü içerde besledikleri mantarları var (: Karıncalar bu mantarları yiyerek besleniyor aslında (aklına Hansel ve Gretel'in cadısı gelen tek kişi değilim değil mi?). Bu mantar bahçesine bakan ayrı karıncalar var, bebek karıncalara bakan ayrı, tünel kazan ayrı... Kastların dışına çıkamayan ve yalnız yaşamaları, üremeleri imkansız olan bu canlıların bu sıkı kraliçelik rejimine eusocialism diyoruz (gerçek sosyal yaşam, imiş Türkçesi).

Kast sadece böcekler de değil, naked mole rat adında, "neye benziyormuş" merakınıza yenik düşerseniz hayatınız boyunca pişman olacağınız bir memelide de görülüyor. Bu ilginç bir örnek. Şöyle ki; yine kast var fakat öyle katı değil. İşçi arılar ve karıncalar isteseler de kraliçe olamazlar. Bunlarda ise üremesi sorunsuz dişi ve erkekler var. Fakat başlarında bir şirret kraliçe var ki, nasıl üresin zavallılar? Bu şirret kraliçe kendine 10 kişilik erkek haremi kurmuş (yarasın!) sadece kendisi ürüyor ve önüne geleni itiyor kakıyor, pek agresif. Bunlar tembel yaratılışlı (yaratılış? eheh) hayvanlar. Yuvanın dirliği düzeni için (ki rahat 100 birey içerebiliyor) bazı işlerin yapılması, yeni tüneller açılması, tünellerin korunması vs gerekiyor. Kraliçe halkını işe koymak için onları itip kakıyor, bir de diğer dişilere üstünlük sağlamak için. Eğer baskınlığını kaybederse diğer dişiler üreyebilir ve hatta kendilerini kraliçe ilan edebilirler! Tepe taklak olur taht mazallah. Peki sadece kraliçe ve diğerleri mi? Yok, ufakları var bunların, onlar çok çalışkan her işi onlar yapıyor, yemek buluyor, çocuk bakıyor, tünel kazıyor.. Bir de iri yarı olanları var. Onlar bütün gün uyuyor. Ancak yuvaya bir saldırı yapıldığında (bir yılan veya yabancı naked mole rat tarafından) hemen savunmaya geçiyorlar. Yılana kum fırlatıyorlar, boğuşuyorlar ve hatta onu toprakla gömmeye çalışıyorlar (wtf?). Tehlike gçeince uykuya devam.

Çoğu canlının ve terimin Türkçe adı varsa dahi ben bilmiyorum. Aramadım, uğraşmamak için wikipedia linki verdim geçtim. Sınavım var, daha sonra geri döner bakarım.

Ve ayrıca son bilgi, Türkler arılar yeni koloni kurma girişiminde bulununca "kovan oğul verdi" derler. Yalan. Oğul moğul yok orda. Genç kraliçe adayı o. Çiftleşmeden önce kendine taraftar toplar, kovan yaparlar (bazen çok abudik gubidik yerlere) sonra kısfmet.

22 Kasım 2011 Salı

influenza!

"grip virüsü sitoplazmadan, konak hücrenin rna kimlik (5'cap) bölgelerini çalarmış, böylece kendi kodunu hücreye aitmiş gösterirmiş. zekice."

bunun ilgili bişeyler bulucam. çoğk sevdim ben bunu.

7 Kasım 2011 Pazartesi

Eneem!

Ne çok olmuş bişey yazmayalı. 1 yıl kadar. Kazandım bile dememişim. Tam isteklerimi karşılamadığı için herhalde.

Zaman kaybediyorum. Geri alamıyorum. Zaman kaybından sıkıldım. Geri alamacağım yitirdiklerimin olmasından sıkıldım. Bir şeyler yapmalıyım artık. Sürekli kaybetmek hoş değil.

Eylül? Ağustos? sonunda Hacettepe Biyolojiyi kazanmıştım. ODTÜ ODTÜ yırtınırken hoş olmadı tabii. Sevinemedim. Süper-mükemmeliyetçi, süper-her şeyi-beğenmez tavrım sayesinde mutlu olmadım. Kendimi avuttum sadece "Olsun, bu da bir şey. Biyoloji sonuçta. Değil mi?". Aklıma koydum, ODTÜ'ye geçerim ben, okula başladım.

1 sene önce sorsan, neden ODTÜ diye, sana sayfalarca anlatabilirdim. Şimdi, bilemiyorum. İstediğine kavuşmuş olmaktan mı, hiçbir yerde hiçbir şekilde orayı benimseyemediğimden mi bilmiyorum. O zaman isteklerim daha kesindi. Aklım bu kadar karışmamıştı. Bu kadar yıpranmamıştım. Kendimi, hareketlerimi, isteklerimi sorgulayıp kendime olan güveni yerle bir etmemiştim henüz. Bir uzmanlık alanımın olması gerekiyordu. Hacettepe kötü bir okul değil. Cidden değil. ODTÜ'ye geçmeden önce, Hacettepe'de hala okurken sanki "bir şeyler daha iyi olabilirdi" hissi beni boğuyordu. Ama şimdi bakıyorum da, Hacettepe kötü değilmiş be. Hatta tamamen orda kalsaydım çok bişey kaybetmezdim. Kaybettiklerim olurdu elbette, kimi benim için önemli kimisi önemsiz. Fakat kendi kafamda kurduğum denli berbat değilmiş. Evet. Ha, bu düşünce neden değişti; çünkü ODTÜ'de de aradığımı bulamadım. Aradığım ne sorarsanız, ben de bilmiyorum. Ama karşıma çıksa "evet budur/yok bu da değil" diyebileceğimi biliyorum.

Velhasıl, dur daha bir buçuk ay oldu geçeli ODTÜ'ye, sonuçları ders kayıtlarına kadar açıklamamış olmaları, yurt murt canını sıktı biliyorum ama, az sık dişini bak belki değişir diyorum kendime.

Hayır, sevmediğim şeyler şu, Hacettepe'de daha fazla şey öğrenmişim ben diyorum. Botanikte öğrendiğim binlerce bilgi, zooloji'de az çok bildiklerim filan düşündürüyor beni. "Eğer Haccetepe'de bilgi yoğunluğu daha fazlaysa ve ben o bilgiyi elimin tersiyle ittiysem?"

Bilgiye aşığım. Bilgi güçtür.

Fakat, şu da var, Hacettepe temel dersleri vermiyor (matematik, fizik vs). Böylelikle boş kredileri kalıyor gırla. Bunu bölüm dersleriyle dolduma şansı var, ki kullanıyor. Ornitoloji, entolomoji, botaniğin türlü dalı her ders var. E, öyleyse niye geçtim? Çünkü ben bu bahsettiğim dersleri istemiyorum.

Ben moleküler çalışmak istiyorum (ama moleküler bio & genetiğe geçmedim beni fazla zorlar diye). Kolay olmasın istiyorum. Hacettepe'de 1. sınıfın sadece 1. döneminde moleküler biyoloji alınca, üstelik aldığım biyoloji biyokimya giriş gibi bir şey olunca epey hevesimi kırdı. Hacettepe iyi güzel, bir sürü dersi var, ODTÜ'den daha fazla uzmanlık alanı var; fakat istediklerim değil.

İsim etkisi de var tabii. ODTÜ'nün adı var, İngilizcesi var. Hacettepe'de verilen İngilizce, öylesine konulmuş eften püften bir dersti. Bir yıl boyunca geniş zaman dışında zaman öğretilmedi. Öeh ama. Yurtdışı ilişkileri çok fazla. Hacettepe nedense Türkiye'de en iyi olmaktan fazlasını istemiyor, yurtdışını umursamıyor. Fakat, bana göre çok yanlış yapıyorlar. Tabii orası eğitim şekli konusunda çok muhafazakar bir üniversite. Yıllardır süregeleni değiştirmeye niyetleri yok. Bu açıdan bakılınca ODTÜ az aşağı kalır değil. En azından onların senelerdir süregelen yolu yordamında "değişim, gelişim, yenilikler" filan var. Az kurtarıyor.

Yok, ben Türkiye'de bana uygun üniversite falan bulamayacağım gibi. O yüzden, elimdeki neyse en iyisi olsun bari. Yoksa, Amerika filan mı kaçsam? Tuition fee'ler beni Steve'in öz kızı olmaya zorlamasa giderdim zaten.

Sonra... Ne dicektim asıl, twitter, Friennfeed, Facebook derken bir çok yerden binlerce link, binlerce bilgi paylaşmışımdır (hepsini silmeyeydim iyiydi). Fakat yeteri kadar ilgi çekemedim bence. Sorun bende değil, yoo, kim olsa, ne kadar bilgi paylaşırsa paylaşsın, ne kadar "kendinden okumalı, anlamalı" link paylaşırsa paylaşsın, ilgi çekemez zaten. Hazır bilgi bile ilgi çekici değil, çünkü insanların ilgi alanları bu değil, öğrenmek değil. Neyse, bu benim derdim değil.

Sonra dedim ki, madem bi reset atıyoruz, eski yöntemler de işe yaramamış, en azından eski ölü blog'umu canlandırayım. Artık bloglar eskisi kadar popüler değil, yazılan çok, okunan yok. Ancak; en azından paylaştıklarım bir arada bir yerde olsun. Topluca bulunsun. Sizin için değil bu sefer, kendim için.